Osmanlı Hamamı
Osmanlı Hamamı
Türk kültüründe önemli bir yeri var hamamların. Dünyada da en çok bilinen kültürel miraslarımızın başında geliyor. Hamamlar, günlük yaşamın vazgeçilmezi ve bir sosyalleşme aracı olarak, Osmanlı döneminde adeta altın çağını yaşamış. Şimdi gelin âdetleri, ritüelleri ve tüm renkliliği ile Osmanlı’da hamam kültürüne bir göz atalım…
Günümüzde sayıları oldukça azalan hamamlar, yüzyıllar boyunca Osmanlı ve Türk kültürünün en renkli unsurlarından biri olarak var oldu. Fatih Sultan Mehmet 19 adet ‘çarşı hamamı’ yaptırmış. Evliya Çelebi ünlü ‘Seyahatname’sinde 17’nci yüzyılda İstanbul’da 168 adet çarşı hamamı olduğunu yazıyor. Mimar Sinan ise 20 adet çarşı ve konak hamamı yapmış. Fatih Çinili Hamam ile Çemberlitaş Hamamı, bugün hâlâ ayakta olan Mimar Sinan’ın eserlerinden.
Hamam, dilden edebiyata ve gündelik hayata kadar Osmanlı kültüründe ağırlıklı bir yer tutuyordu. Hem kadınlar hem de erkekler yıkanmak için hamama giderlerdi. Özellikle perşembe akşamları ve bayramlardan önce, arife gecesi hamama gitmek, geçmişten günümüze kadar devam eden hamam geleneklerinden. Ayrıca ‘gelin hamamı’, ‘damat hamamı’ ve ‘kırk hamamı’ geleneklerini de unutmamak lazım. Osmanlı döneminde hamamlar, sadece temizlik amacıyla ziyaret edilen yerler değil, aynı zamanda sosyal hayatın da vazgeçilmezleriydi. Abdülaziz Bey, ‘Osmanlı Âdet, Merasim ve Tabirleri’ adlı kitabında Osmanlı’da hamam kültürü ve gelenekleri ile ilgili oldukça ilginç bilgiler veriyor…
Eski Konaklardaki Hamamlar
Abdülaziz Bey, konaklardaki hamamları şöyle anlatıyor: “Konakta hane sahibiyle ailesine mahsus bir hamam vardır. Buraya diğer ev halkı giremez. Hamam önünde manzaralı veya bahçeye bakan camekânlı geniş bir oda yer alır. Onun gerisinde soyunup giyinme, havluya sarılıp çıkıldığı zaman oturup ter alıştırmak için sade döşeli bir soğukluk bulunur. Sonra asıl hamama girilir. Hamamda kurnalar ve mermer bir banyo vardır. Ayrıca bir abdesthane bulunur. Hamam abdesthanesi ve soğukluğuyla asıl hamamın içi, tepe camlı ve kâgir kubbelidir. Hamamda en az üç kurna bulunur. Duvarlarındaki ayna taşları bembeyaz mermerden ve çiçek kabartmalarıyla süslü olur. Her ayna taşının sıcak ve soğuk su için deveboynu denilen münakkaş ve musanna birer çift sarı musluğu vardır. Duvar ve kubbeler alçı kabartmalarla, kartonpiyer şeklinde elvan renk nakışlarla tezyin edilmiştir.”
Küberanın Çarşı Hamamlarına Gidişi
Osmanlı döneminde kübera denilen devlet adamları ya da üst tabaka mensupları, konaklarında hamam olsa da, çarşı hamamlarına giderlermiş. O dönemlerde hamama gitmek, hamamda yıkanmak neredeyse yaşamın vazgeçilmezi, sosyal hayatın bir parçasıymış. Bakın bu hamam sefalarını nasıl anlatıyor Abdülaziz Bey: “Dersaadet’te oturan orta dereceden memurlarla, itibarlı tüccarların bile ekserisinin hanelerinde hamamları bulunursa da yine birçoğu çarşı hamamlarına giderdi. Mahallenin itibarlı ve efendi takımından olanlarının çoğu da dışarıdaki hamamlarda yıkanırlardı. Bu kimselerin hamamda aradıklarının başında tatlı su bulunması, başlarını çarpmamaları için hamamın yeterince geniş olması, oturulan semte yakın olup özellikle bekârların oturduğu yerlerde bulunmaması ve reçber, amele gibi müşterilerin gelmemesi, içinin ve havlu takımlarının temizliğine itina gösterilmesiydi. Çarşı hamamlarına gidecekler kullanacakları havluları ya beraberlerinde götürürlerdi ya da hamamın çıkaracağı havluları kullanırlardı. Hanesinden takım getirenler de usulünce başları düz beyaz ipekle işlenmiş iki silecek, iki omuz veya baş havlusu, iki ipekli peştamal, hamam kesesi ve çamaşır takımını siyah renkli atlas bir bohça içinde bir uşakla önceden hamama gönderirlerdi. Biraz sonra gelen efendi, hamam hademesinden bazıları tarafından karşılanır, koltuğuna girilirdi.”
Yıkanma ve Temizlenme Ritüeli
Bu hamamlarda muhterem müşteriler için yapılmış, külhandan odun ateşi konmuş büyük bir mangalla ısıtılan odalar varmış. Efendi bu odaya alınır, burada bulunan görevliler tarafından soyunmasına yardım edilir ve hamam faslı için hazırlanırmış. Sernöbet denilen bir görevli, efendinin yanında durur ve çubuk, kahve, nargileden birini emredip etmediğini sorar, isteğini hemen yerine getirirmiş. Derken tellak gelir ve yarım saat boyunca uzanmış yatan efendinin dizlerini ve kollarını ovalarmış. Devamını yine Abdülaziz Bey’den dinleyelim: “Aynı tellak, kurna hazırlama emrini alınca, efendinin koltuğuna girer, nalınlar çevirerek giydirir, hamamın esas sıcaklığına ve sıcaklıkta oda şeklinde yapılmış, iki kurnası ve ayrı kapısı bulunan ve halvet denilen bölüme girilir. Musluktan su doldurmak ve oradan alıp dökünmek için mermerden yapılmış olan kurnanın arka duvarına önceden havlu gerilmiş, yere yine beyaz bir havlu serilmiş ve sarı tas konmuş olur. Sernöbet tarafından hazırlatılmış yere efendi oturtulur, giydiği çukalı nalınları alınır, sarı madenden lif tası ve yıkamak için bir lif getirilir, yavaş yavaş yine dizlerine basılarak bir müddet oğuşturulur. Ter gelmeye başlayınca tellak dışarı çıkar, kibarlar için Halep şehrinden gelen çok beyaz ve gül ile terbiye edilmiş bir cins kil, sarı tasta sıcak su ile güzelce ezildikten sonra bu eriyik başına, vücuduna, bacaklarına bolca, iyice sürülür, çeyrek saat beklenir, sonra su ile yıkanır, bu işlem yine tekrarlanırdı. Sonra tellak su dökerek ve sabun sürerek 4-5 defa başını yıkar, ardından sert beyaz softan yapılıp sarıya boyanmış olan hamam kesesini eline geçirerek efendinin vücudunu güzelce keseler, sonra dışarıdan getirdiği büyük, sarı lif tasına sıcak su koyar, lifi bolca sabunla köpürtür, vücudun her yerini yıkar, sonra bu sabunlu suyu döker, bu işlemi iki defa tekrarlardı.”
Herkese Bol Bol Bahşiş
Yıkanıp paklanma işlemi bittikten sonra kurna başında efendinin peştemalini değiştirir, havlularla vücudunu ve başını sarar, koltuğuna girerek soğukluk denen yere götürür ve daha önce oturduğu mindere oturturlarmış. Sonra yine bir sağlık tedbiri olarak bir tabak içinde 4-5 tatlı elma ve bir bıçak getirilip bırakılırmış. Efendi, sıcaktan birden dışarı çıkmaz, 5-10 dakika orada dinlenirmiş. Arkasındaki havlular tekrar değiştirilir, başı güzelce kurulanır, yine koltuğuna girilerek dışarıdaki odaya çıkartılırmış. İyice kuruyuncaya kadar beklenir, gerekirse havlular tekrar değiştirilir, efendinin yanına abanozdan sakal tarağı ile sedefli ve sapı yuvarlak bir ayna bırakılırmış. İkinci defa kahve isterse, bu sefer kahveye bir miktar çiçek suyu da ilave edilirmiş… Efendinin gideceği haber alınınca yanaşma denen adam kundurasını çevirir ve bu suretle efendi hamamdan çıkarmış. Arkada kalan ağası, efendinin belirlediği miktarda, destgâha, yani hamamcıya, peyke nöbetçisine, sernöbete, kahveciye, yanaşmaya, kafesçiye, yıkayan tellaka ayrı ayrı hamam ücreti ve bahşiş verir, bohçayı alır, haneye gelip havluları harem dairesine teslim edermiş…
Nalın ve Taraklar
“Hanelerde hamamlarla matbahlarda (yemek pişirilen yer) nalın giyilir. Hanelerdeki hamam, gusulhane, abdesthane ve matbahlarda kullanılan nalınlar, tahtadan iki rakamı gibi yapılır, üzeri düz, ayak biçiminde olur, ayağın takıldığı tasma köseleden yapılır. Hamamlarda kullanılanlar, evde giyilenlere benzese de hamam sahibesinin, natır ve hademelerin nalınlarının ayakları yaklaşık iki karış yüksekliğindedir. Sim işlemeli tasması üzerinde kırmızı ufak püskülü bulunur. Bu nalınların cevizden yapılmış, üzerine ve ayaklarına gümüşten çiçekler mıhlanmış, tasması sırmayla işlenmiş ve püskül konmuş olanına 'gelin nalını' denir ve yalnız gelinler tarafından kullanılır. Bunun bir de ‘arabkari’si vardır. Ayakları epeyce yüksek, som sedef kakmalı, tasması kadife ve sırmalıdır. Ayrıca cevizden üzeri oyma çiçekli, tasması rugan denen parlak köseleden olanları da vardır. Taraklar da birkaç çeşittir. Kadınların hamamda kullandıkları taraklar dörtgen şeklinde bir tarafı sık, bir tarafı seyrekçe dişli olup fildişinden yapılır, dirhem’le satılır. Evde ise boynuzdan yapılmış uzun saç tarağı ile şimşirden yine dörtgen şeklinde hamam tarağı kullanılır.”